7 Mart 2017 Salı

Puslu Kıtalar Atlası - İhsan Oktay Anar

“VE DÜNYA BİR MASALDIR…”

Zaman; 1600’lı yılların sonu.
Yer; Konstantiniye, yani İstanbul.
“Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya’nın şahidi olmaktı”. 
(S. 91)

Padişahların, saltanat sahiplerinin sofralarından kalkıp İhsan Oktay Anar’la birlikte İstanbul’un şarap kokan sokaklarında dolaşıyor, irin kokan odalarında oturuyor; inmeli damlalı, kör sağır dilsiz insanlarının sofralarına oturuyoruz bu kitapla birlikte. Kitabı sayfa sayfa saran soru, sayfa sayfa bizi de sarmış oluyor sonunda:
“Düş görüyorum, öyleyse ben varım. Varım ama ben kimim?”
Sahi ya, kimdik bizler...


“…Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı…”, diyor İhsan Oktay Anar bu romanda.

Arap İhsan’ın elinde bir kitap vardır. İstanbul’a gelerek, kendisine kazık atmak isteyen Kubelik’i bulmuş ve ondan intikamını almaktan, bu çok merak ettiği kitabı çevirttirmesi şartıyla vazgeçmiştir. Kubelik kitabı tercüme ettirmiş ve Arap İhsan’a geri vermesi için de Uzun İhsan Efendi’ye teslim etmiştir. Uzun İhsan Efendi de, Rendekar (Rene Descartes) isimli bir yazara ait olan ve “Zagor Üstüne Öttürme” ( Yöntem Üzerine Konuşmalar) ismini taşıyan bu eseri merak eder ve okumaya başlar.

Bir çeşit uyku şurubu içerek düş uykusuna yatan Uzun İhsan Efendi’nin dünyayı dolaşacak cesareti yoktur. Böylece bu düş uykularıyla dünyayı dolaşmış olacaktır. Bu eline geçen kitabı okumasıyla birlikte varlığını sorgulamaya başlar, var olan her şeyden ve kendi varlığından şüphe eder. Ve sonra şuna karar kılar; gerçek olan düşleridir, düşten uyanması düştür, düş için uyuması gerçeklik…

Böylece Uzun İhsan Efendi’nin düş uykularına yattığında, ruhunun bedeninden ayrılarak dünyayı dolaşmasıyla ve uyandığında da bunu kaleme almasıyla yazılmış olur “Puslu Kıtalar Atlası”.

Yazması Uzun İhsan Efendi’ye ait olan bu kitabın yaşanması da oğlu Bünyamin’e kalır. Ve Uzun İhsan Efendi, lağımcı ocağında çalışmaya başlayarak kendi hikâyesini şekillendirecek olan oğluna şunu öğütler:

“Sana izin veriyorum, git. Git ve benim göremediklerimi gör, benim dokunamadıklarıma dokun, sevemediklerimi sev ve hatta bu babanın çekmeye cesaret edemediği acıları çek. Dünyadan ve onun bin bir halinden korkma.”

Bünyamin’in lağımcı ocağına girmesi, ani bir kararla uygunsuz bir mevsimde bir kaleye baskın yapılması için yollara düşülmesi, tünel kazımında ortaya çıkan aksilikler, bu tünelle kaçırılması gereken Zülfüyâr mıknatıslı siyah bir parayı Bünyamin’e vermesi, Bünyamin’in kendi süvari birliklerine kaçarken düşmandan yediği darbeyle yüzünün derisinin soyularak tanınamayacak hale gelmesi, herkesin emaneti alıp çaldığını düşünmesi, bunun için babasının başına gelen olaylar, Efrasiyab, Zülfüyâr, dilenciliğin verdiği sıkıntılar, Ebrehe’nin dilencilik ve casusluk sırlarına Bünyamin’i de ortak etmesi, Hınzıryedi, Gülletopuk, yaşanılan sıkıntılar, saatler süren hıçkırıklı ağlamalar ve buhranlar…

Dili ustalıkla kullanmış bir yazarı okuduğumuz için tüm bunlar kafamızda bir yüz gibi şekilleniyor. Bir başın tepesinden başlayıp, kulaklardan devam ederek yaşayan olaylar ve insanlar son derece usta bir biçimde zihnimizdeki suretin çenesinde birbirine kenetleniyor. Bizler durumdan son derece tatmin ve bu başarılı süregidişi zihnimizde yaşamış olmanın biraz da şaşkın mutluluğuyla gözlerimizle sayfalarda akmaya devam ediyoruz.

Bu değerli eserin üzerine çok şey söylenebilir. Bu roman aynı zamanda okuyucularına da bir atlastır aslında: Edebiyatın felsefeyle yoğrulduğu, düşün gerçekle sarmalandığı, sonların başlangıçlarla perçinlendiği, hikâye içinde hikâye olan, oldukça zengin bir atlastır, “Puslu Kıtalar Atlası”.

“Zaten görülen ve görülmeyen bütün düşler, bu karanlığın ta kendisi değil miydi?” 
(Puslu Kıtalar Atlası- S.238-Sonsöz)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder